KAYGUSUZ ABDAL
Takip et: @ErkanYazargan TweetKaygusuz Abdal | ||||||
Alâiye(Alanya)’de doğdu. Alâiye Beyi Hüsameddin Mahmud’un oğludur. Kaygusuz Abdal‘ın asıl adı Alaaddin Gaybi’dir.
İyi bir öğrenim görmüş, genç yaşta Abdal Musa’ya derviş olarak Kaygusuz adını almıştır. Hemen bütün Bektaşi tekkelerinde bulunan ve Kaygusuz'a ait olduğu kabul edilen bir resimde, bir yılan, bir akrep ve bir arslan, ayakları bine yatarak ona boyun eğmiş ve Kaygusuz da Pemençede elleri ve ayakları mühürlü olarak olarak tasvir edilir.
Gaybi'nin hakikatin peşinde olduğu ve bunu da Mürşidinde bulduğunu anlatan Bektaşi Menkıbesine göre ; “Teke (Antalya) ilinin Alaiye (Alanya) sancak beyinin oğlu Gaybi Bey, 18 yaşındayken arkadaşları ile ava çıkar. Avlanırken tepe üzerinde bir ahu(ceylan) görür beyzade. O esnada ahu onun önüne çıkagelir. Gaybi Bey onu görünce hemen bir ok çıkarıp, ahuya fırlatır. Kirişten çıkan ok ahunun sol koltuğunun altına saplanır fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. Gaybi bey de ardına düşer. Ahudan durmadan kan akar, Gaybi Bey de onun kaçışına bakar.
Seyyid Abdal Musa Sultan’a aitmiş. Abdal Musa Sultan, burada büyük bir asitane yaptırmış. Onun hizmetinde pek çok kişiler varmış. Yanına gelenler mutlaka mürit ve muhip olup kalırlarmış. Pek çok dervişi varmış. Hepsi Abdal Musa’ya layıkı ile hizmet ederlermiş. İşte geyiğin ve Gayi Bey’in girdikleri dergâh bu idi. Dervişler Gaybi Bey’i görüp, karşıladılar ve atının dizginini tutup: ‘Buyrun, ziyarete geldiniz ise aşağı inin’ dediler. Gaybi Bey: ‘buraya oklanmış bir ahu geldi, o benim avımdır, onu bana verin’ dedi. Dervişler de: ‘Buraya böyle bir ahu gelmedi ve biz görmedik’ dediler. Bunun üzerine Gaybi Bey: ‘Hiç
dervişler yalan söyler mi, ne için inkâr ediyorsunuz? Ben ahuyu kendi gözümle gördüm, buraya gelip içeri girdi’ dedi. Dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler: ‘haberimiz yok, bilmiyoruz’ dediler. Gaybi Bey bu durum karşısında bir hayli öyle kaldı. Bey böyle düşüncelere dalmışken, dervişler: ‘sultanım, Alanya beyi oğlu gelmiş, bizden av talep ederler’ dediler. Sultan da onu bana gönderin dedi. Sultanın yanına varan Gaybi Bey halini anlattı ve neden orda bulunduğunu açıkladı. Bunun üzerine Abdal Musa Sultan: ‘o ahu neden senin avın oldu?’ diye sordu. Bey cevapladı: ‘sultanım, ben onu ok ile vurdum, üzerine at sürüp hayli koştum. Çok menzil aldı, yoruldu, güç ile buraya geldi.’ cevabını verdi. Bunun üzerine Abdal Musa Sultan: ‘o oku görünce bilir misin, tanır mısın’ diye sordu. Bilirim cevabını alan Abdal Musa Sultan, kendi kolunu kaldırıp, koltuğunun altında saplı oku gösterdi. Okunu tanıyan Gaybi Bey kendinden geçti.”
XVIIL yüzyıl ressamlarından Levni'nin yaptığı güzel bir Kaygusuz minyatürü vardır. Kaygusuz, bir eserinde 1397-98 yıllarında doğduğunu söylüyor. Eserlerinden de anlaşıldığına göre XV .yüzyılda yaşamış olan Kaygusuz, Anadolu ve Rumeli'nin birçok yerlerini gezmiş ve iyi bir öğrenim görmüştür. Diger Bektaşi Şairleri gibi özellikle hece ile yazdığı şiirlerde ve nesirlerinde güzel bir Türkçe kullanır.
XIV’üncü asrın sonlarında Mısır’a giderek bir tekke açmış, Hicaz, Suriye ve Irak’ı dolaşarak Anadolu’ya dönmüştür. Rumeli’nin Yanya, Filibe ve Manastır şehirlerinde de bulunmuş tahminen 1444 yılında Hakka yürümüştür. Kaygusuz Abdal'in düsüncelerini, adina düzenlenen "divan''ında toplanan siirlerinin incelenmesinden çikarmak, anlamak kolaydır. O, "abdallar'' toplulugundandır, bir şiirinde söyledigi gibi saçını, sakalını, bıyıgını, kaşlarını kestirerek (car-darb) dolaşırmış. Bu işlem abdallık yoluna girmenin özelliklerinden biridir.
Hem aruz ölçüsü hem de hece ölçüsü ile şiirler yazmıştır. Mensur eserleri, mesnevileri ve ilâhileri vardır.
Nesri sâde Türkçe iledir. 2. Gülistan, 3. Mesnevi-i Baba Kaygusuz (3. Cilt), 4. Gevher-nâme, 5. Minber-nâme. 2. Kitab-ı Mfglate, 3. Vücûd nâme.
Nazım-nesir karışık olan eserleri: 1. Saray-nâme, Dilgüşâ. |